Aslında Buharkent’e dost ziyaretine gitmiştik. Ama bu kadar yaklaşmışız bir de Pamukkale’yi görelim dedik.
Nerededir, nasıl gidilir, nerde kalınır hiç bilmeden bastık gaza. Kahverengi Pamukkale tabelalarını takip ettik. O sırada bir yandan da internetten araştırıyoruz, nereye gidelim diye. Yazıyor antik kent var, travertenler var vs vs vs. Böyle okuyunca sanıyorum ki bir antik kent var, sonra başka bir bölge var orada travertenler var, amanın daha başka bir yerde şu var bu var.
İşin aslı şöyle dostlar;
Pamukkale şirin bir kasaba. Esnaf tatlı, herkes dost canlısı. Küçük butik oteller ve pansiyonlar tepenin eteklerine kurulmuş. İddialı, 4 – 5 yıldızlı ya da zincir oteller de var etrafta. Ama pansiyonlar o kadar aile havasındaki benim gibi lüks delisi biri bile ortamın keyfinden söylenemiyor.
Hem konaklamanın hem de yeme içmenin fiyatları gayet makul. Ben pek dahil olamadım ama kasabanın gece hayatı da mevcut ve keyifli.
Gelelim tarihi mekâna.
Burası dediğim gibi bir tepe. Tepenin eteğinde doğal bir park yapmışlar. Ördekler, yüzme havuzları filan var. Parkın hemen yanından travertenlere giriş kapısı var. Müze kartın varsa giriş bedava. Yoksa oradan müze kartı alıyorsun ve bu kart 1 yıl boyunca tüm müzelerde geçiyor. (18 yaş altı ve 65 yaş üstü ücretsiz. 18-65 yaş aralığında isen ve öğretmen indirimin filan yoksa 70TL. Önemli not; nüfuz cüzdanınız yanınızda olması şart)
Taş yoldan travertenlere doğru keyifli bir yokuşla çıkıyorsun. Sonra terlikleri yada ayakkabıyı eline alıp başlıyorsun o muhteşem beyazlıklarda en tepeye doğru çıkmaya. İşin burası gerçekten büyülü. Bembeyaz zeminde su akıyor. Normalde su akan zemine bastığında kayarsın di mi? Oysa burada zemin o kadar muhteşem ki kendimi hiç bu kadar güvenle yere basarken hissetmemiştim.

O bembeyaz zeminde yukarı doğru çıkarken sağ kolda bembeyaz duvarlar ve havuzlar başlıyor. Havuzların hepsine girebiliyorsun. Zaten o kadar çok havuzda poz veren insan var ki onlara bakacağım derken diğer taraftaki doğa manzarasını kaçırıyorsun. Havuzların zeminlerindeki kil var. Yüzüne, bacaklarına, kollarına kil sürmüş insanlar görürsen şaşırma.
Manzara nefis, ortam nefis, his nefis ve en sonunda tepe bitiyor ve yeniden ayakkabılarını giyip doğal bir parka geliyorsun. Ağaçlar, çay bahçesi

, tuvaletler ve rahat rahat fotoğraf çek diye yapılmış yürüyüş parkurları var. Bu parktan sonrası antik kent(Hierapolis). Tarihi kalıntılar, müze ve doğal havuz var.
Ben gençliğimde bu antik kentleri gezmeye pek meraklıydım. 40 yaşından sonra, hele sıcak havalarda pek içimden gelmiyor ne yalan söyleyeyim. Anfi tiyatro vardı, sütunlar vardı, küçük aletler vs vs vs. Meraklısı için gerçekten güzel bir alan. Ben daha çok havuza odaklandım. Bu havuz toprak çökmesi sonucu oluşmuş, yer altı suyu ile dolmuş bir havuz. Suyu soda gibi. Zaten girdiğinde de küçük küçük baloncuklar çıkıyor. Zemininde çökme sonucu kalmış sütunlar filan var. Sevgili Cleopatra da bu havuza girermiş. O yüzden de adı Cleopatra Havuzu.

 

Şimdi gelelim diğer konulara. Pamukkale ucuz ama bu bahsettiğim tepe Avrupa ayarlarında. Küçük su 6TL, 3 top dondurma 24TL, hamburger menü 70TL. Sanırım tepe turistik olduğu için kendini Avrupa zannediyor ve her şey Euro bazında işliyor. Park, antik kent, müze, travertenler hepsi girişte aldığınız müze kartı ile geçiş yapabiliyorsunuz ama havuz paralı. 0-12 yaş 20TL, 12 yaş ve üstü 50TL.
İçinize mayonuzu giyip, sırt çantanıza havlunuzu koyarak hem antik havuza hem de yol üstündeki doğal havuzlara girebilirsiniz. Bir de kasabadan çantanıza su ve atıştırmalık bir şeyler alırsanız da susuzluk ve açlık sorunlarınızı kolaylıkla çözebilirsiniz.

Biz 3 saat harcadık tüm bu gezi için. Ama sizin da

ha fazla vaktiniz varsa, durup insanları seyredin. Fotoğraf çekeceğim diye girdikleri pozları seyredin. Ellerindeki pet şişeleri çaktırmadan bu doğal güzelliğe nasıl bıraktıklarını seyredin. Onca insana ve onca insanın kirletme çabasına rağmen nasıl bu kadar temiz kaldığını seyredin. Bu güzellik yok olmadan muhakkak gidin. Kesinlikle gidin. Ama illa gidin.