Nerede hata yapmıştı? Alnını bir kez daha kaşıdı. Son iki saati bir kez daha gözden geçirdi kafasında.

Bu kapıdan içeri girdiğinde cebinde 10.000 Euro vardı.

Derin bir nefes aldı. Babasının telefonda kükreyen sesi kulaklarında çınladı yeniden;

  • Sen işe yaramaz, asalağın tekisin. Artık kardeşlerinin rızkını yiyorsun pezevenk. Yok sana para filan it oğlu

Oysa aynı babasıydı tıp fakültesini kazandığı için ona sımsıkı sarılıp, “seninle gurur duyuyoruz aslanım” diyen. Hatta babası onu elleriyle Plovdiv’e getirmişti. Şehrin en popüler mahallesinde, küçük bir daire tutmuştu. Şimdiye kadar hiç olmadığı kadar cömert bir şekilde evi dayayıp döşemişti. Buzdolabını doldurmuştu. Hatta “babaannenin haberi olmasın” deyip göz kırparak iki şişe de rakı koymuştu dolaba. Dönmesine bir gün kala, oğlunu alıp güzel bir et restoranına götürmüştü. Önlerine gelen kocaman beyaz tabaktaki kuzu tandırlarını yerken, ilk defa baba oğul birlikte rakılarını da içtiler ve oğluna dedi ki “Bizim böyle imkanlarımız olmadı. Sen maşallah çalıştın kazandın, hatta burs aldın. Şükür okuluna ödeyecek paramız da var ama sen başardın aslanım, Avrupa’da tıp okuyacaksın”

“Avrupa deyip durma baba, duyanda Paris filan sanacak. Altı üstü Bulgaristan” dedi sesine alçakgönüllülük katmaya çalışırken ama sesinde alçakgönüllülükten çok gurur vardı.

“Sıpa, Bulgaristan Afrika’da mı; bildiğin Avrupa kıtası burası” diye keyifle güldü babası ve o da eşlik etti babasının kahkahasına

“Diyeceğim o ki evlat, ben okumadım. Sen şimdi şehrinden uzakta, hatta ülkenden uzakta mübarek bir meslek için okuyacaksın. Okulu bitirdiğinde hem doktor olacaksın hem de kaç tane lisan öğrenmiş olacaksın. Bütün kapılar açılacak sana aslanım.” Derin bir nefes aldı ve restoranın camından gözüken meydana baktı. Meydanda gençler guruplar halinde durmuş konuşuyor, şakalaşıyor eğleniyorlardı. Meydanda gençlerden çok daha fazla yaşlı insan olmasına rağmen babasının gördüğü tek şey genç kızlardı.

“Oğlum, gençsin, yakışıklısın. Kanın kaynıyor da tabi ama dikkatli ol. Uçkurunu kime çözdüğüne dikkat et. Kiminle ne yaşayacağına ses etmek istemiyorum ama dilini, dinini bilmediğimiz birini getirme karşımıza”

“Baba merak etme, gittiğim okulun programı o kadar yoğun ki göreceğim tek kız morgdaki ölü olanları olur” derken o da babasının baktığı meydana baktı.

Babasıyla yediği o yemeğin üzerinden sadece iki yıl geçti.

İlk yıl hem zor hem heyecanlıydı. Yeni insanlarla tanışmıştı. Dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş ortak özellikleri kazandıkları bölüm olan birçok yeni insan girmişti hayatına. Kolejden mezun olmanın avantajını yaşıyordu yabancı dil konusunda. Herkesle İngilizce konuşuyordu, dersler İngilizceydi ve hiç zorlanmıyordu. Okul dışındaki yaşamında da azar azar Bulgarca anlamaya ve anladığından çok daha az şekilde konuşmaya başlamıştı. Okulda çok fazla Türk öğrenci vardı. Hatta Plovdiv’de yaşayan çok fazla Türk vardı ve başka bir ülkede olmasına rağmen hiç vatan özlemi çekmiyordu.

Arkadaşları ile samimi olmaya başladıkça okul sonrası buluşmalar, akşam yemeklerini birlikte yemeler, hafta sonları kentin gece mekanlarına birlikte gitmeler başlamıştı. Hatta ayda bir kere de kumarhaneye gidip poker gecesi yapıyorlardı.

İkinci eğitim yılı başladığında artık yabancı bir şehre değil, ait olduğu şehre gidiyordu. Tatilin son günlerinde Manisa’da sıkılmıştı bile. Yeni eğitim yılına arkadaşları ile doludizgin girdi. Okul açılmadan 15 gün önce gelmişti ki okul açılana kadar biraz olsun tatilin özgürce tadına varabilecekti. Yeni mekanlar  ve Sandra’nın ballandıra ballandıra anlattığı yeni iki kumarhane açılmıştı.

Ayda bir olan poker gecesi bu yıl nedense haftada bir diye başladı. Yeni kumarhaneler hem şık, hem havadar hem de çok misafirperverdi. Özellikle birbirlerine karşı oynadıkları ve bir masayı kapattıkları poker gecelerinde içkiler, yiyecekler hatta sigara bile onlar daha istenemeden kendilerine ikram ediliyordu.

Kazanıyordu. Bir şekilde hep kazanıyordu. “şanslı piç” diyorlardı ona. Oynadığı arkadaşlarının kaybettiklerindeki yüzlerindeki o ifade, ona tanımlayamadığı bir his veriyordu. Sanki çok güçlü bir rakiple savaşıp kazanmak gibi. Kağıtlar masaya açılıp, kendi kağıtlarının kazanan kağıtlar olduğunu anladığındaki zafer hissinin verdiği hazzı başka hiçbir şey vermiyordu. O an gözünde Rocky filminde Stalone’nun elleri havada kemeri tuttuğu zafer anı geliyordu. Kendini Rocky zannediyordu.

İlerleyen zamanlarda başka oyunlara da bakmaya başladı. Bir akşam, 5000Euro para kazanmış ve tam çıkmak üzereyken rulet masasında duran bir adam dikkatini çekti. O kadar ciddi oynuyordu ki adamı gören bir dönen topun tahminini yapmak yerine atomu parçalayacak formülü buluyor sanırdı. Bir müddet masayı izledi. Krupiye topu alıp rulet çarkına koyuyor ve çevirmeye başlıyordu. Top dönmeye başladığı anda masadakiler sayıların üstüne ellerindeki pulları bırakıyordu. Topun durduğu sayının üstündeki pullar kazanıyordu.

100Euro attı masaya ve “Cash(keş)” dedi. Krupiye kız siyah bir pul uzattı ona. Masanın tahta kenarına vurdu pulu birkaç kez ve içine 35 sayısı doğdu ve pulu 35 üstüne bıraktı. Krupiye topu ve çarkı çevirdi. Herkes masaya eğilmiş, sayıların üzerine pullarını yerleştiriyordu. O ise sadece topu izliyordu. Top 0 da durur gibi yaptı ve sıçrayarak 35 de durdu. Herkes dönüp ona baktı. Sol yanında duran kız alkışladı onu. Krupiye ona 35 adet 100Euroluk pul uzattı. Pulları aldı, kasada bozdurdu.

Evine doğru yürürken şu son 2 ayda kumardan kazandığı paraları hesaplamaya başladı. Bu geceki 8500Euro ile birlikte 65.000Euro parası vardı.

Sadece 8 ay önce bu kadar parası varken şimdi nasıl bu hale gelmişti?

Bütün birikimi bitti, babasından okul için lazım dediği ama okul için harcamadığı 50.000TL gitti ve en önemlisi babası bu parayı kumarda kaybettiğini öğrendi. Annesinden para istedi, babasının haberi olmadan ve o para ile birlikte iki kankasından aldığı parada 10 dakika önce bitti.

Ne oldu bu 8 ayda? Birden kazanma kapıları kapanmıştı. İlk zamanlar kaybettiğinde aldırmadı. Ama kaybettikçe daha sık gelmeye başladı kumarhaneye çünkü kazanma hissini özlüyordu. Önceleri haftada 2, sonra 3, sonra cumartesileri hariç her gece. Bir gün kazanacaktı, biliyordu. O duyguyu biliyordu, o şansı biliyordu. Ama olmuyordu.

Öne eğik başını sırtı ile birlikte arkaya attı. Bu kaldırımda dayanaksız oturmaktan yorulmuş, sırtını yaslama ihtiyacı hissetmişti. Sırtını arkaya atması ile sırtının acıması bir oldu. Neye yaslandım ben diye arkasına dönüp baktığında kocaman bir kaya olduğunu gördü. Birden nerede olduğunu fark etti.

Kumarhanenin hilal şeklindeki mimarisini fark etti. Hilalin tam ortasında kumarhanenin güvenlik görevlileri duran döner kapısı ve kocaman tabelası vardı “Excalibur Casino”. Kapının önünde araçların müşteri indirebilmeleri için bir yol vardı. Yol kapının tam karşısında duran adanın etrafından dolanıp trafiğe karışıyordu. Adanın kaldırımına oturmuştu. Adanın tam ortasında olan kocaman kayayı fark etti. Ayağa kalktı. O zaman kayanın tam üstüne saplanmış olan kılıcı gördü. Kılıç pırıl pırıl parlıyordu.

Güldü. Kılıca baktı.

“Sen koskoca, kralların kılıcı excalibur düştüğün hallere bak. Bir de bana bak, doktor olacaktım ben, şimdi bir sefilim” derken kayaya tırmandı. Kılıcı tuttu.

“Ne sana ne bana burada olmak yakışmıyor dostum” dedi ve kılıcı var gücüyle çekti. Çekmesiyle birlikte kılıç kayadan çıktı ve çıkar çıkmaz ışıklar yanıp sönmeye, konfetiler patlamaya ve zafer şarkısı çalmaya başladı. Havaya kaldırdığı kılıç ile kayanın üstünde öylece kalakaldı. İlk başta duyduğu sesleri ve ışıkları hırsızlık alarmı zannetti ama onlar zaferi kutluyordu. Nereden geldiklerini anlamadığı iki adam ve elinde şampanya şişesi olan kadın yanına geldi. Kayanın üstüne çıkıp onu tebrik ettiler, şampanya patlattılar.

Onu kayadan indirdiler, kılıcı aldılar. Kılıcı insanlara umut olsun diye yapmış kumarhane ve kılıcı çeken ilk müşterilerine 1000Euro ödül vereceklermiş ama kumarhane açıldığından beri kimse kılıcı çekmemiş ta ki bu geceye kadar.

1000Eurosunu 100 lük siyah pul olarak aldı.

Rulet masasının başına geçti ve pulu tahta kenara vurmaya başladı.

22

Pulu gelen hisle 22 ye bıraktı. Top döndü ve hiç sıçramadan 22 de bitirdi seyahatini. Bu hissi biliyordu ve çok özlemişti. Yeniden kanı akmaya insan olduğunu hissetmeye başladı. Yeniden nefes alıyordu.

Siyah pulu yeniden tahta kenara vurmaya başladı.

0

Pulu 0 bıraktı. Top onu izledi ve 0 da durdu.

Omuzları dikleşmeye, yüzü gülmeye başladı.

Tam arkasında onu seyreden iki adam vardı. Bu kumarhaneye girdiği ilk andan itibaren onu izliyorlardı.

  • Kazanır mı sence, dedi genç olan
  • Kumarbazlar kazanır Tudor, bağımlılar kaybeder. Biz parayı bağımlılardan kazanırız