Bir gün orada bir gün buradayım diye “çok geziyorsun” diyorlar.
Eyvallaaahhh
Ama sorun burada başlıyor. Çünkü bana öneri sunuyorlar, gittiğin yerleri yazsana.
Gittiğin yeri yazmak ayrı bir meziyettir. Meraklı olacaksın. Gittiğin yerin önceden bilgisini toparlayacaksın, kalacağın günleri programlayacaksın, incik cincik gezeceksin. Kişi, senin yazdığın yazıyı okurken, kendini oralarda hissedecek. Waay anasını ne güzel yerler varmış, muhakkak gitmeliyim diyecek.
Ben öyle değilim ki. Gittiğim yerle ilgili önceden bilgi toplamam, plan program yapmam. O şehrin bana ne yaşatacağını bilemiyorum ki.
Şehre ayak basıyorum. Bazı şehirler beni uyutuyor. Otel odasından zor çıkıyorum uyumaktan. Bazısı yürütüyor, bazısı bezdiriyor, bazısına doyamıyorum.
Mesela Üsküp. İki kere gittim. Ne gezdiğim caddenin adını biliyorum, ne ortadan akan nehrin adını, ne bu heykel kimindir, ne de aman yarabbim illa şuradaki bilmem ne kilisesine/camisine/kalesine/müzesine gitmeliyim.
Havaalanına indim. Şehir merkezindeki otele geldik. Şehrin ortasındaki nehrin sağ tarafı Safranbolu, sol tarafı Viena. Nehrin üstünde nefis taş köprüler. Köprünün birinin tam ortasında durdum. Bir sağa baktım bir sola. Akan suyu seyrettim. Turist guruplarını. Heykelleri. Fıskiyeleri. Rüzgârı. Canım ne bir adım geri atmak istedi ne bir adım ileri. Ne kadar kaldım o köprünün üstünde? Adı neydi köprünün? Hiçbir önemi yok. Ben oradaydım. Hissettim.
Meydanda bir banka oturdum. Atı şaha kalkmış adam heykeli. Heykel o kadar büyük ve heybetli ki neredeyse atın kıllarını sayacaksın. Her yerde bu abinin heykellerini görünce ayıp olmasın diye sordum. Büyük İskender dediler. Wayy be dedim, analar ne yiğitler doğuruyor!! Sonra da canım tabi ki iskender çekti. Türküm ben, hep yemek çağırışım yapıyor.
Her yerde Halkbank tabelası. Bazılarının önünde fotoğraf çektirip, “Üsküdar’da mıyız Üsküp’te mi belli değil” diye story attım. Zaten her tabelayı gördüğümüzde “halk ister Halkbank yapar” çıngılı dolanıyor dilimize. Tam geçiyor çıngıl, tak bir tabela daha.
Kaleye çıktım mı? Hayır.
Ohrid’e gittim mi? Hayır.
Bilmem ne tepesindeki bilmem ne heykelini ve oradan bilmem ne müzesini gördüm mü? Hayır.
Safranbolu gibi olan tarafa geçtik. Arnavut kaldırımı yollar, küçük şehir meydanı, el dokuması halılar, nazar boncukları, Türkçe konuşan insanlar ve nefis bir et kokusu. Valla daha ilerleyemedim, ne ilkinde ne ikincisinde. Oturduk, kuzu etinden köfteleri, somon ekmeği, tava yoğurdu, bir de tövbe estağfurullah bak yazarken bile ağzım sulanıyor elma tatlısı ile triliçeyi gömdük. Bak gömdük dedim de hiç aç kalmayacağınız bir şehir. Sakın Oda+kahvaltı almayın otelinizi. Holiday-Inn arkasındaki pasajın, yola bakan tarafında köşede bir pastane var. Aman Yarabbi bir börekti, poğaçaydı, hamur işiydi, offf diyorum. Ben börekten, köfteden sıkıldım dersen nehir kenarındaki ya da o heybetli İskenderimin heykelinin olduğu meydandaki restoranlar çok şık ve binlerce çeşit var. Fiyat olarak da gayet uygun. Zaten 1 Türk Lirası ortalama 10 Makedon Dinarı yapıyor. Cebinde o kadar büyük paralar taşıyorsun ki, kendini acayip zengin hissediyorsun.
Yani velhasıl anlayacağınız, ben Üsküp’de duruyorum. Meydanlarında, sokaklarında, köprülerinde duruyorum. İzliyorum. Hissediyorum. Aşık oluyorum. Sonra kalkıyorum ve ara sokaklarında yürüyorum. Parkları geçiyorum. Kaldırım kenarındaki ağaçları elliyorum. Bir daha gelmeliyim diyorum. Bir daha gittiğimde bir arka sokağa geçer miyim? Kaleye çıkar mıyım? Dans eder miyim?
Tek bildiğim bana huzur verdi. Yeter mi? Yeter.
Bilgen,themelek