Romantiğimdir.
Sürprizleri, şiirleri, sevgiliyle el ele yürünen gün batımlarını severim.
Aslında beklentisiz sevmeyi severim. Koşulsuz sevgiye inanırım. Bu sebepledir ki, yıldönümlerini sevmem.
İster istemez, garip bir beklenti içine giriyor insan. Acaba nasıl bir sürpriz yapacak diye veya ne alacak diye veya ne almayacak diye. İş ticarileşiyor, çirkinleşiyor, beklentiler karşılanıyor veya karşılanmıyor; sonuç ne olursa olsun bir beklenti oluşuyor.
Oysa aşkta beklenti oluşmamalı. Güzel bir sürpriz “bugün Cuma” diye de yapılmalı veya küçük bir hediye “gözlerinin başımı ilk döndüğü günün hatırı için” diye verilmeli.
Önemli olan düşünüldüğünü bilmek, emek harcandığını, uğraşıldığını bilmek. Yoksa ne kadar kolay git kuyumcudan mücevheri al, bir demette gül al, hııım bir de lüks bir restorantta yer ayırt, süper di mi? Bu kadar şaşağı taçlandıracak bir hikaye olmalı, bir şiir bir uğraş olmalı. Gecenin sonunda yüzün asıldığında ise “hiçbir şeyden mutlu olmayan kadın” olur çıkarsın.
Oysa bir parkta, denizi ve yıldızları seyrederken belki hiç çıkamayacağınız Avrupa tatilinin hayalini kurmak, belki de asla sahip olamayacağınız o büyük eve senin ne kadar yakıştığının anlatılması yani “geleceğimde ve hayallerimde sen varsın” mesajı bütün lüks restorantlardan, elini tutan elinin sıcaklığı tüm mücevherlerden, yerden senin için eğilerek koparılmış boynu bükük papatya ise tüm güllerden çok daha değerlidir.
Ahh Bilgen ahh, sen Pamuk Prenses edası ile etrafta dolanıp, mücevhere sevgilinin elini, lüks restorana hayalleri tercih edersen daha çok hayıflanırsın neden kozamdan ipek böceği çıkmıyor diye.
Bilgen,thaslan